KENDİSİNE UYULACAK ZATIN VASIFLARI NELERDİR?

KENDİSİNE UYULACAK ZATIN VASIFLARI
KENDİSİNE UYULACAK ZATIN BİRİNCİ VASFI:
Yukarıda izahına çalışılan ahlak-ı Resûlullahı en kâmil manada yaşa¬yan ve bu halinde sadakat gösterendir. Sünnet-i Seniyyeye uymayı emre¬den Risale-i Nur1 un bütün parçaları, hususan 11. Lem’a buna işaret et¬mektedir.
İKİNCİ NOKTA: Bu noktada Hz. Üstad (R.A) emrediyor: Ben öyle makamlardan hakaik-ı imaniyeyi alıp sizlere getiriyorum ki, bütün tari¬katların, bütün veli olan zatların velayetlerinin en son mer¬tebelerinde an¬cak muvaffak olup yetişebildikleri meyvelerdir. Binaenaleyh bu sözlere tam uyarsanız, insanların sizlerden beklediği velayet teraşşuhatlarına en kâmil manada mazhar olursunuz. Yoksa bazılarının zannettiği gibi, ma¬dem sözler bu hasiyetlere maliktirler, insanların velayetlerine, kerametle¬rine ihtiyaç yoktur, demek değildir. Unutulmamalı ki: KUR’AN-I KE¬RÎM MEKÂRİM-İ AHLÂKI BEŞERE TA’LİM ETMEK İÇİN GEL¬MİŞ. Yoksa, hâşâ, meyvesiz bir iddia ile ben ne ka¬dar güzel kelâm ediyorum, demek için değildir. Kur’an-ı Kerîm yetiştirdiği kâmillerle, şahlarla, aktaplarla Kur’an olduğunu göstermiştir. Başta Peygamber (A.S.M) her bir asırda açan çiçekler O Kelâmın nasıl bir Zât’ın (C.C) kelâmı olduğunu isbat etmiştir.() Risale-i Nur’un da nasıl bir kelâm olduğu, ancak yetiş¬tirdiği meyveleriyle belli ola¬caktır. Hz. Üstad (R.A) “Ben de Risale-i Nur’un bir talebesiyim”() demesiyle hem bir hakikati ifade ediyor, hem de “İşte Risale-i Nur nasıl adam yetiştirir, meyvesi nasıl olur bakın, bir numunesi benim” demek istiyor.
Risale-i Nur’lann telifinde hisseleri olan tasdikat sahibi zatların hep¬sinde de velayetin yüksek tezahürleri görünmüştür. Ezcümle:
Elazizli Camcı Kemâl Efendi anlattı: (Bu zat en müşkül zamanlarda Elaziz’de Hacı Hulusi Efendi¬nin (K.S.) hizmetinde bulunarak uzun müd¬det Risale-i Nur’lara hizmet etmiştir). “Bir pazar günü, o günkü adı (Yığınki) olan Aksaray mahallesinin bir bahçesinde ders yapmaya gittik. Öyle yemeği için 20-25 kişilik bir hazırlığımız vardı. Mevsim bahçe¬cilik zamanı olduğundan o muhitte bulunan bah¬çecilerden 100-120 kişi kadar bir cemaat toplandı. Ders okundu, öğle yemeği yenilecek, bizi bir telâş sardı. Yemek hazırlığımız 20-25 kişilik, toplanan insan sayısı takriben 100-120 kişi civarında…
Çaresiz bir vaziyette yemekleri hazırlıyoruz. Baktım Hacı Bey [Hu¬lusi Efendi (K.S)] geldi. Kaç kişilik yemeğimiz var diye benden sordu. Dedim: 20-25 kişilik. Hacı Bey çok üzüldü, rengi adeta sa¬rardı. Bu in¬sanlara ne yedireceğiz dedi. Sonra elle¬rini açtı dua etti “Yarab! Niyeti¬miz, halimiz sence malûmdur. Resûl-i Ekremine ihsan ettiğin yemek be¬reketinden bize de ihsan et. Bizi mahcup etme.” Biz de amin dedik. Gitti. Yeminle söylüyorum ki:
O az olan yemeği kaplara taksim edip cemaatin önüne koyduk. Her¬kes yedi, karnını doyurdu, sofra duası edildi, yemekleri topladık. Sofra¬dan tekrar topladığımız yemekler adeta eksilmemişti.”
Hüsrev Efendi Hazretlerinin ise nasıl bir şah olduğunu yazdığı doku¬zuncu tevafuklu Kur’an’a bakan anlar. Fazla söz, fazla olur.
Küçük Hüsrev olan Sultan Feyzi Hazretleri¬nin ise kerametleri o hadde baliğ olmuştu ki, artık câlib-i dikkat olmaktan çıkmıştı. En adi işle¬rimi¬zin dahi emirlerini, huzurlarından çıkarken almış olarak çıkardık. O derece ki, mübalâğasız söylüyo¬rum, meselâ; evdeki odaların hangisini oturma odası, hangisini yatak odası yapalım diye bir hatı¬ra kalbimizde olduğu halde huzur-u saadete gitseydik, mümkün değildi ki (sormadığı¬mız halde) o müşkülümüz halledilmeden oradan ayrılmış ola¬lım.
Ahmet Feyzi Efendi (ki, Hz. Üstad o zata (K.S) Nur’un avukatı unva¬nını lâyık görmüştür) Risale-i Nur derslerinin okunduğu zamanlarda, sır¬tını bi¬raz fazla meyillice duvara dayayıp başını arkaya yatırarak o acaîb fesahatiyle izahata başlayınca insaf sahibi herkes itiraf ederdi ki; O zat (K.S) sünûhat ile konuşuyordu.
Bildiğimiz bilmediğimiz misaller pek çoktur. Bu kadarı işaret olarak kâfidir.
KENDİSİNE UYULACAK ZATIN İKİNCİ VASFI:
Risale-i Nurlara tam bir ayine olması hasebiyle velayet tereşşuhatı kendisinden zahir olur.
ÜÇÜNCÜ NOKTA: “Bundan otuz sene evvel, Eski Said’in GAFİL kafasına müdhiş tokatlar indi. “El-mevtü hakkun” kaziyesini düşündü. Kendini batak¬lık çamurunda gördü..” Sözde tevazu yok. Ayn-ı hakikattir. Fakat bizim anladığımız manâda değil. Yani, bir an sonra tevhidin öyle bir mertebe¬sine çıkıyor ki, bir önceki halini ancak GA¬FİL olarak adlandırabiliyor. Yoksa, hâşâ, bi¬zim gafletimize kıyasla değildir. Kendi mertebe¬sinde….13-14 yaşında iken şarkın bütün ulemasını ilzam eden, harika-i fıtrat bir Bediüzzaman’ın gafleti, yine kendilerinin irfanlarıyla kıyasen olunabi¬lir. Üstad Hazretleri Hacı Hulusi Efendiye (K. S) demiş ki: “Ben Tillo’ya gittiğim zaman, orada ma¬nen İmam-ı Rabbani derece¬sinde üç büyük âlim zat vardı.” () İşte Üstad’m (R.A) 13-14 yaşların¬da ilzam ettiği şark ulemasının arasında böyle zat¬lar bulunuyordu.
Bu «Üçüncü Nokta» başlı başına bir şaheser ve düsturlar mecmuası¬dır. Şöyle ki:
l- Kendi irfanınızı gafletten başka bir şey ola¬rak görmeyin. Şayet siz Bediüzzaman dahi olsanız.
2- Tedavi edecek adam aramak sevdasını terk edip kendi hastalıkları¬nızın tedavisine çalışınız.
3- Tedavi için kendinize bir mürşid bulun. (Ri¬sale-i Nur talebelerinin nasıl mürşid bulacakları 28. Lem’ada Bir Düstur serlevhalı kısımda ya¬zılı¬dır. S: 285.)
4- Bir mürşidden feyz almanın çaresi onun evrad ve ezkarına ciddi¬yetle müteveccih ve müda¬vim olmakla olur. RİSALE-İ NUR TALEBE¬LERݬNİN ÜSTAD’DAN KARDEŞLİK MÜNASEBETİY¬LE İSTİFA¬ZALARI ANCAK BU YOL İLEDİR.
Yoksa ibadat-ü taattan sadece kahvehane müda¬vimlerinin payına dü¬şeni yapmakla elde edilecek birşey yoktur.
5- Daire içerisinde bulduğun mürşidim sadece akıl danışma merkezi haline getirme, fena mana¬sıyla ona müteveccih ol, tevhid-i kıble et.
6- Nihayet öyle bir mertebeye gel ki; hayattar olan bu mübarek Sözler (Kur’an ayetlerinin kendi manalarını kendilerinin bana söyledikleri gibi) kendi derûnlarmdaki sırlan size kendileri izah et¬sinler. Yoksa kafayı zor¬lamakla, lügat karıştır¬makla, felsefe yapmakla, matlup neticenin husulü mümkün değildir. Elbette istifadesiz değildir, böy¬le bir çalışma olmadan da olmaz. Fakat bunlarla kâmil manada bir neticenin husulü söz ko¬nusu olamaz. “Lügat manâlarının bilinmesiyle Risale-i Nurlar anlaşılmaz, va¬ridat lazımdır.” ()
7-Altıncı maddedeki mertebeye gelseniz, yine de “Nakıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o mürşid-i hakikinin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor.” deyiniz.
8- Risale-i Nurlar:
A- Mesâil-i ilmiyedirler.
B- Mesâil-i kalbiyedirler.
C- Mesâil-i ruhiyedirler.
D- Mesâil-i haliyedirler. YANİ RİSALE-İ NUR¬LARDAN O KİMSE TAM İSTİFADE EDEBİLİR ki: İlme istidadı ola, kalb hayatı ola, ruh hayatı ola, hal sahibi ola. Yoksa istifadesi kâmil manada olamaz.
Evet bir verici istasyonu düşünün ki; fotoğraf yayını yapıyor, ondan televizyonu olan istifade eder; ses yayını yapıyor, ondan radyosu olan is¬tifa¬de eder; elektrik neşrediyor, ondan ampulü olan ışık alabilir ve ha¬keza…
KENDİSİNE UYULACAK ZATIN ÜÇÜNCÜ VASFI:
Bu üçüncü maddedeki sekiz hususun hamelelerinden en ileride ola¬nıdır.
DÖRDÜNCÜ NOKTA: Velâyet-i kübra sa¬hihleri; asaleten Sahabe¬lerdir. Yani Sahabelerin tamamı, Tabiin-i kiramın büyükleri ve Tebe-i Ta¬biinin en büyükleridir. Velâyet-i Kübraya bu zâtlar yetişmişlerdir. Me¬selâ: İmam-ı Âzam Haz¬retleri Tabiinin büyüklerinden olmakla Velâyet-i Kübraya ulaşmıştır. Fakat onu dinleyen herkes Velâyet-i Kübraya ye¬tişmiş değildir. Ancak İmam-ı Azam Hazretlerinin (R.A) neşrettiği Ve¬layet-i Kübra feyizlerinden herkes derecesine göre istifade etmiştir.
Risale-i Nurlar da bu zamanda Velâyet-i Küb¬raya yetişmiş olan Hz. Bediüzzaman’ın dilinden gelerek Velâyet-i Kübra feyizlerini neşrediyor¬lar. Tıpkı İmam-ı Azam”ın sözleri gibi. Yani, Risale-i Nur’un imtisal edilmesi lâzım gelen bir Kur’an-î hakikatlar mecmuası olduğunu izah ediyor. Yoksa, Risale-i Nur’u her eline alıp okuyanın Velâyet-i Kübra mertebesine çıktığını söylemiyor ki, bir çok zavallılar bu heyula ile Av¬rupai ahlâkın yani, ah¬laksızlığın en derin çukurlarında bocalayıp duru¬yorlar.
KENDİSİNE UYULACAK ZATIN DÖRDÜNCÜ VASFI:
Talim-i hakaik noktasında Risale-i Nurlardan çıkarılmış düsturlardan başkasına asla iltifat et¬meyen, bütün hareketlerim ona göre ayarlayanla¬rın en önde gelenidir.
BEŞİNCİ NOKTA: Beş misal ile diyor ki: El¬bette o ûlum-u inta¬niye ve o edviye-i ruha¬niye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlas ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir. O halde:
KENDİSİNE UYULACAK ZATIN BEŞİNCİ VASFI:
Hangi mertebede olursa olsun “helmin mezîd” deyip Risale-i Nurlar¬dan daimî istifadeye çalışan, ciddî ve İhlas Lem’asım yani, 21.Lem’ayı bir kül olarak tatbik edenlerin en muvaffak olmuşu¬dur.


Yorum bırakın